Endülüs, Simyacı ve Seyahat Hakkında

İlk kez Ryanair ile uçacaktım. Ucuz havayolu olmasının avantajı belki de buydu, uçakta kasıntı, burnu havada insanlar değil, öğrenciler ve paradan daha değerli şeylerin olduğunu bilen birçok insan vardı. Yan koltukta oturan İspanyol kızla anlaşmaya çalışırken Endülüs hakkında çok da bir şey bilmediğimi anladım. Kızın memleketi Cadiz ('kadif' gibi okunuyor, sondaki z için dilinizi üst damağınıza yapıştırın ama dudaklarınız açık kalsın :)) bile bana bir şey ifade etmiyordu. Vişne'nin yazısını okumuştum bir ara ama işte hafızam beni yarı yolda bırakmıştı.

Konu bir şekilde Tarifa ve Tanca şehirlerine geldi. Ve ben yıllar önce orta sonda okuduğum romanı hatırladım: Simyacı. Romandaki çoban Endülüs'teki memleketinden yola çıkıp Kuzey Afrika'yı tamamen geçiyor ve aynen bizim seyahatlerimizde olduğu gibi, başladığı yere geri dönüyordu. Endülüs'te Arap ve İslam etkisini bulacağımı biliyordum ama bu kadar etkileneceğimi ben bile tahmin edememiştim.

Sevilla

Kasım ortasında Sevilla'ya indik ama hava ve insanlar sıcacık karşıladı bizi. Ne de olsa biz de Akdenizli'yiz dedik ve harikulade sokaklarını arşınlamaya başladık.

Beautiful Sevilla Architecture

Sevilla'da eski şehirde sokaklar dar, evler birbirine çok yakın. İnsanların sıcaklığı evlerine de yansımış neredeyse. Özellikle Kuzey Avrupa'dan sonra hemen anlaşılıyor bu farklar.

Sevilla

Yukarıdaki fotoğrafta bulunan sokak işaretini arkadaşım pek sevmedi ama bence otantik bir hava kattı fotoğrafa :)

Giralda

Endülüs olunca tabi her yerde Arap ve İslam etkisini hissediyorsun. Büyük şehirlerdeki ana katedraller camiden çevrilmişler ve bazıları halen "mezquita" (İspanyolca'ya Arapça mescit kelimesinden geçmiş) yani cami olarak biliniyorlar. Giralda, Sevilla'daki ana caminin minaresiymiş, daha sonradan eklemeler yapılmış.

Al-Kasr of Sevilla

Katedral ve Giralda'dan sonra gideceğimiz diğer şehirlerde de bulacağımız Alcazar denilen saraya girdik. İsim olarak Arapça El-Kasr'dan geliyor. Muhteşem bahçeleri ve işlemeli odalarına bayıldık. Yukarıdaki fotoğraf elçileri ağırladıkları Hall of Ambassadors odasındaki kubbenin işlemeleri. Burada ağırlanan elçilerin herhalde baya etkilendiklerini söylemeye gerek yok.

Tüm İspanya yarım adasını işgale gelen Araplar çölleri ve Akdeniz'i aşarak gelmişlerdi. Söylenceye göre kölelikten komutanlığa yükselen Tarık bin Ziyad gemilerle İspanya'ya geldikten hemen sonra askerlerin geri dönme umudu kalmasın diye gemileri yaktırmıştı (böylece "gemileri yakmak" deyimini de dünya dillerine armağan etmiş oldu, yine Cebel-i Tarık Boğazı da ismini bu komutandan almakta - Tarık'ın Dağı).

Al-Kasr of Sevilla

Çölleri aşıp İspanya'ya gelen bu insanların suya ne kadar önem verdiklerini tahmin edebiliriz. Bu yüzden tüm saraylarında, bahçelerinde su başrolde.

Al-Kasr of Sevilla

Allah'a ortak koşma korkusuyla insan resimleri ve heykel İslam uygarlığında yasaktı. Bunun yerine ikame edilen sanatlar ise bu uygarlığının vardığı en üst noktayı bize gösteriyor (sonrası zaten yokuş aşağı). Desenler, renkler, gerçekten mükemmel bir uyum barındırıyor.

Sevilla'da görmeniz gereken bir başka yer de Espana Meydanı (Plaza de Espana) ve etrafındaki park. Görmeden gelmeyin :)

Kurtuba

Sevilla'dan sonra nispeten küçük şehir Kurtuba'ya geçtik. Kurtuba'da sabah 8:30 ile 9:30 arasında bazı yerlere ücretsiz girebiliyorsunuz. Aklınızda bulunsun. Yoksa her yere 8-9 Euro ödeyip bizim gibi cebinizi deldirmeyin :) İlk olarak sabah yine Alcazar bahçelerini gezdik. Sevilla'daki Alcazar'dan sonra burası bizi çok etkilemedi açıkçası.

Kurtuba sadece camisi için bile ziyaret edilebilir. O kadar güzel bir camisi var ki, bohçamdaki kelimelerin anlatmaya yeteceğini düşünmüyorum.

Mezquita of Cordoba

Mihrab korunmuş, altın yaldızlı.

İçerisi devasa. Dünyanın en eski ve büyük camilerinden birindesiniz. Sütunların renkleri, taşlar göz alıcı. Muazzam bir mabet. Pencerelerden semavi atmosfere uygun ışık huzmeleri giriyor.

Mezquita of Cordoba

Kiliseye çevrilen bölüm de çok güzel. Portakal ağaçlarının bulunduğu iç avlusu da. Arap zamanlarında hurma ağaçları varmış, İspanyollar sonradan portakal ağaçları dikmişler.

Kurtuba küçük şehir. Ama mükemmel bir eser barındırıyor.

Gırnata

Şehrin İspanyolca adı Granada "nar" anlamına geliyor ve aynı zamanda şehrin simgesi, sokak levhalarında nar resimlerini görebilirsiniz.

Burada Play Granada'nın rehberli turuna katıldık ve eski Arap mahallesi Albayzın'ı, arkadaki kutsal dağ Sacromonte'yi ve etrafını dolaştık. Sacromonte'de çokça mağaralar bulunuyor ve buralarda halen Romanlar ve hippiler yaşıyorlar. Flamenko izlemek isterseniz en iyi yer de burası sanırım. Benim gibi yapıp izlemeden gelmeyin!

Albayzın'ı gezerken Aljibe denilen sarnıçları da gördük. Rehberimizin dediğine göre Araplardan kalma bu çeşmeler şehre su sağlıyordu ve çok yakın zamanlara, 1920'lere kadar kullanımda kaldılar.

Gırnata şehrinin talihi başkent Cordoba'nın 1236'da düşmesiyle değişiyor. Bundan sonra yarımadadaki İslam ülkesinin başkenti Gırnata oluyor ve Alhamra baş saray yapılıyor. Belki inanmayacaksanız ama 1492'ye kadar, yani Columbus'un Amerika'yı keşfine kadar (Teyyip'e göre Columbus da Müslüman ya neyse o konulara girmeyelim :), Gırnata'da Müslümanlar hüküm sürüyorlar.

Gırnata hakkında şöyle bir söz var: "Give him a coin, woman, for there is nothing worse in this life than to be blind in Granada". Benim çevirimle: "Dilenciye biraz para verin, çünkü bu hayatta Gırnata'da kör olmaktan daha kötü bir şey yok". Gırnata öyle güzel bir şehir.

From Alhambra

Alhamra Sarayı İslam uygarlığının başyapıtı tabii ki. O işlemeler, o desenler, çiniler... Girdiğimiz her odadan hayran kalarak çıktık.

From Alhambra

Şahsen ben Arap ve İslam uygarlığını bilmiyormuşum diye geçirdim içimden. Yani kitaplardan filan o kadar okuyoruz ama, görmek, dokunmak, yüzyıllardır böyle zarif durabilen yapıyı solumak bambaşka bir duygu.

From Alhambra

Her şeyi ince düşülmüş. Mükemmel bir yapıt. Hakkıyla fotoğrafını çekebileceğimi hiç düşünmüyorum. Naçizane çabalarım bunlar.

From Alhambra

Biraz garip gelecek ama fotoğraflar arasından en sevdiğim yukarıdaki oldu. Sarayın içerisinde İspanyol işgalinden sonra yapılmış 5. Carlos'un sarayında merdivenler, taş duvar ve ışık.

Sierra Nevada at the back

Elhamra'yı seyre dalacak en güzel yer Albayzın'daki Mirador San Nicolas. Buradan saray ve arkadaki Sierra Nevada (ispanyolca "karlı dağ" anlamına geliyor) mükemmel bir görüntü oluşturuyor. Üstelik canlı müzik de çabası!

Aynı noktadan bizim çektiğimiz videodaki Flamenco müziği bence daha güzel, ama bunun da görüntüleri daha iyi :)

Şehir çok canlı, çok ihtişamlı bir katedrali de var, yalnız Elhamra'dan sonra çok sönük kalabilir :) Gırnata kalbimizi fethediyor!

Malaga

Malaga'ya geldiğimizde artık Katedral ve Alcazar kusacak kıvama gelmiş bulunuyoruz. Tapas'ları mideye indirip gelen çalgıcılarla sohbet ediyoruz.

Picasso'nun doğduğu eve gidiyoruz. Barış güvercini sembolünü Picasso'nun popülerleştirdiğini öğreniyoruz. Hatta kızına Paloma (isp. kumru) ismini veriyor. Franco diktatörüne karşı direnişlerini takdir ediyoruz. Krallarının ve entellektüellerin direnişe katılmalarından mutlu oluyoruz. Darısı bizim başımıza diyoruz.

İspanyollar zengin bir millet değiller. Ama iyi yaşamasını iyi biliyorlar.

Özet

Tren ağı İspanya'da çok gelişmiş değil. Ama otobüsler kolay bulunuyor, ucuz ve rahatlar. Biz tren ve otobüs kullandık şehirler arasında. Bence seyahat açısından Ekim-Kasım ayları tercih edilmeli. Hava çok sıcak olmuyor ve tatil mevsimi geçtiği için turist sayısı daha az oluyor :)

Eve dönünce Simyacı'yı bulup tekrar okudum. İnsanın okuma zevki nasıl değişiyor kendimden anlamış oldum. Dil çok basit, karakter derinliği yok ve aşırı derecede didaktik. Mistik olmaya çalışması ayrı bir gıcık etti beni. Neredeyse Serdar Özkan veya Secret zırvalıkları ile tıpatıp aynılar (Simyacı'da birçok esinlenme var, ama anlaşılan Serdar Özkan da esinlenmenin esinlenmesini yapmış: esinlenme-ception!).

Endülüs kesinlikle görülmesi gereken yerlerden. Bol keyifler!

Don't Miss in Istanbul

I have several friends visiting Istanbul next week (yes, I'm looking at you Pablo, Yeokyung and Gizem :) and I have been getting a lot of requests for suggestions and places to visit there. Since I had lived in Istanbul and explored quite a bit to take photos, I already had a list of my favorite places in my head. This was a perfect excuse to write them down.

Caferağa Medresesi

This is truly one of the best kept secrets in the city. It is just behind the brilliant Hagia Sophia but so peaceful! You'll visit the awesome Hagia Sophia, read about the history and you will definitely need to take a break.

Hagia Sophia

Come to this place to get some peace and get some energy from nice home made meals.

Caferağa Medresesi

This was a medrese built by Mimar Sinan himself, and it is still used for teaching. Maybe you will get a glimpse of students doing Ebru or hear them playing the Ney.

Ebru

Ebru is painting on water :)

Fatoş

Çorlulu Ali Paşa Medresesi

If you want to go to one authentic tea shop, this has to be it. This is located on the tram route, a few stops after Hagia Sophia or the Blue Mosque. It is a 300 year old mosque and "medrese" (which means school in Ottoman times). Order an apple tea if nargile isn't your thing, and watch the students, locals or cats sitting next to you. Admire the lanterns and contemplate about East vs. West.

Süleymaniye Camii

This is one of my favorite spots in the city. It is much less touristy then the Blue Mosque but magnificent nonetheless and offers great views of the Golden Horn. It was built by Mimar Sinan about 500 years ago. Through some bizarre historical accident, there are many restaurants just in front of the mosque which are all offering the same meal, Kuru Fasülye, and the chefs are all from the same city in Turkey, Erzincan. Eat your lunch at one of these restaurants (some have the same names as the owners are relatives of each other). Read up on the reviews beforehand to get more info.

Mimar Sinan Cafe

While you are nearby, you have to give a break at the cafe which has its name from the famous architect. Get anything, it doesn't matter, but definitely enjoy the view.

Galata

Museum of Innocence

This museum comes highly recommended if you have read the book with same name from Orhan Pamuk. He had won the Nobel Prize in literature a few years ago and he is the most popular writer in Turkey. The thing that is extraordinary about Orhan Pamuk is that he weaves the story my merging fiction and non-fiction in a unique way. He sends greetings to his daughter (Rüya) in many of his books and he himself is a character in many. With the "Museum of Innocence", it is something even more interesting, because the museum has an important place in the book. And if you have the book, you can enter the museum for free, for there is a ticket in one of the pages in the book. So you get stamped on that page and it makes for an interesting memorabilia.

If you are really into Pamuk novels, you definitely want to visit Nişantaşı district, which is not too far away from Taksim. This is the rich neighborhood Pamuk grew up in, and it is the main location in many of his books. It is also rich and shows the more Western part of the city, so if you're not into Pamuk, you might not find it interesting. If you are in Nişantaşı though, go to Zamane Kahvesi and you won't regret it.

Helvetia

Taksim is nice and historic, and you will definitely notice it is very crowded like the city itself. I had a Japanese friend who told me after visiting İstiklal Caddesi that İstanbul was more crowded then Tokyo :)

Taksim

If you are around Taksim and hungry, I advise you to treat yourself at Helvetia. It's a nice cozy restaurant which offers you home made, traditional meals.

If you want something more Western, you can eat at The House Cafe or Midpoint, both of which you can find on İstiklal Caddesi or scattered around various places in the town.

Sapphire

Take the metro from Taksim and get off at 4. Levent to see Istanbul from high up. Sapphire is the highest skyscraper in Turkey and it has a viewing deck above 200 metres. Go there towards the sunset and enjoy the city from above.

Istanbul skyline

Now would also be the best time to do some shopping if you'd like, because the bottom floors of Sapphire is a shopping center. Thanks to weak Turkish Lira (1 Euro ~ 3 TL), many items are cheaper. Clothing, food for sure but sometimes also electronics as well (Case in point: Fuji X100S).

Dem Karaköy

Karaköy is the new hip district in İstanbul with many cafes or restaurants opening there. Dem Karaköy is a tea room, with literally tens of different teas you can choose from. The most popular drink in Turkey is tea, not coffee, so this tea place is naturally a good idea :)

Sakıp Sabancı Müzesi

If you are into Ottoman history or calligraphy, this is the museum to visit. It has a huge collection of Ottoman calligraphy items and is overlooking the Bosphorus so you can enjoy the view at its garden afterwards.

While you are on the Bosphorus, visit Bebek Starbucks too. Get your favorite drink and if the weather is nice get a seat downstairs on the terrace. If the weather is cold, go upstairs and enjoy the view from above. If you visit there you will agree that it has one of the most beautiful views a Starbucks can have.

After Bebek, continue along the coast line. Take the bus to ride along the Bosphorus afterwards and get off at Ortaköy. The Ortaköy Mosque is a monument you don't want to miss.

Anatolian Side

Istanbul actually has half of it in Asia! And we have only talked about the European side until now. Historically, the city center all the way back to the Roman Empire had been on the European side. Ottoman Sultans also built their palaces on the Western side. I guess this is one of the reasons why Anatolian side is more organized and less crowded. Many people live on the Asian side and work on the European, and commute continents every day!

Well they can't complain when their view is something like this, can they?

a view to asia

The ships most used in transportation are called "vapur", which is originally from French and reflects the steam powered nature of them at the beginning of the previous century.

vapour

If you find yourself in the Anatolian side, you can walk on Bağdat Caddesi, which is a long boulevard and enjoy one of many cafes. After that, go to Moda İskelesi for nice views and a good dinner. For desert, you have to go to Çengelköy, a small cozy authentic place called Çikolata Kahve. Notice the calligraphy decoration inside.

Getting Around

Public transport is generally crowded and a bit complicated. To navigate around, Trafi Turkey App might help you. Taxis are generally affordable and abundant (you'll notice them from their yellow colour). There's also Uber but that might be bit more expensive though much more comfortable I guess. Traffic congestion is a problem, so the best option is using the underground metro, trams or boats whenever you can.

I hope you enjoy your stay in Istanbul!

Kibris

Haziran sonu ile temmuz basinda Kibris'taydim. Kibris konusunda yazmak benim icin kolay bir is degil. Biraz da bu yuzden sanirim elimde bir suru fotograf bulunmasina ragmen yayinlamak icin beklemem. Insan, hayatinin belirli bir kismini gecirdigi bir yer hakkinda dusunurken her zaman boyle mi ikilemde olur bilmiyorum. Guzel anilar yaninda kizdigim o kadar cok sey var ki...

Kucukken bizim evin onunde badem agaci vardi. Onun ustune biriken agustos bocekleri ile ugrasmak (bizim oralarda agustos bocegine zirziro derler) veya hemen yan komsumuz amcamlarin arka avlularinda kosturmak cocuklugumun buyuk ugrasilarindandi. Simdi, o kadar sene sonra, etrafinda kosturup durdugumuz avluyu ve ortasinda yer alan zeytin agacini gorunce oldukca sasirdim. Hayalimdekinden o kadar kucuktu ki... Oysa eskiden o kucuk avluda saatlerce kosturabilirdim. Insanin buyukluk olcusu de zamanla degisiyor demek ki.


Avlunun bir kenarinda yer alan lavabo artik yok (cok net hatirliyorum cunku amcam kuzenle beni ustune cikarmis ve fotografimizi cekmisti). Ve on bahcedeki yasemin de sokulmus. Su musluktan artik tuzlu akmaya baslayinca zaten dayanamamislar diyor yengem; kuruyan cicegi sokmekten baska careleri kalmamis. Daha bir suru degisiklik var tabi. Ornegin yolun karsisindaki uzun okaliptus agaclari bina yapmak icin kesilmis, keza papatya tarlasi da artik yok.

Gittigim gezdigim yerlerde farkettigim ortak bir nokta yerel insanlarin cevrelerindeki guzel mekanlari yadsimasi, onlara alisip dikkate almamasi oldu. Bunun en guzel ornegini Paris'te yasamistim. Paris'i gezerken orada dogup buyumus ve orada ogretmenlik yapan bir Turk arkadasin evinde kalmistik. Sohbet sirasinda adamin hic Eyfel'e cikmadigini ogrenince cok sasirmistim. Yani, sehrin hemen hemen her tarafindan gorunen bir muhendislik harikasini bir insan nasil da merak etmez, gidip ziyaret etmezdi?

Benim Kibris gezim de bu duruma ornek oldu. Senelerce kalip defalarca ziyarette bulundugum Kibris'ta gorunen o ki pek bir yer gezmemistim. On kusur sene sonraki ilk ziyaretimde ise gezmedik yer birakmadim. Fotograf makinemi yanima almadigim icin cep telefonumu (Nexus One) kullandim, dusuk cozunurlukler bu yuzden, kusura bakmayin.

Gidis

Oncelikle Kibris'a nasil gideceksiniz? Tabii ki ucakla demeyin, benim gidislerimin cogu Mersin'den gemiyle oldu. Mersin limanindan Magosa'ya, Tasucu limanindan ise Girne'ye gemi bulmak mumkun. Yalniz gemiyle gidecekseniz deniz otobusunu tercih edin, feribot eger araciniz varsa mecburi tercihiniz olacak ama normalde tam bir iskence. Feribotla yolculuk uzun suruyor (deniz otobusu ile 2-3 saat iken feribotla 8-9 saat) ve hic rahat degil acikcasi.


Ucak secenegini herkes biliyordur sanirim. Kibris'a ucan bircok havayolu var ve fiyatlari da genellikle uygun.

Lefkosa

Lefkosa, Kibris'in bolunmus baskenti. Sehir ortasindan ikiye ayrilmis durumda ve kuzey bolumu Turklerin elindeyken guney Rumlara birakilmis. Lefkosa'da gezilecek cok yer var, ozellikle surlarla cevrili olan eski sehir cok guzel mimariye ve tarihe sahip. Lefkosa'yi daha iyi tanimanin en iyi yolu, kultur bakanliginin ucretsiz turlarindan birine katilmak. Turlar sehirdeki turizm danisma ofisinden basliyor. Bu ofis ise surlarin Girne kapisinda bulunuyor.

Tur boyunca Lefkosa'nin tarihi yapilarini daha iyi taniyacaksiniz. Benim katildigim turu gerceklestiren Kibris Turk Rehberler Birligi Genel Sekreteri Selin Feza Akca gercekten cok bilgiliydi ve gezi cok zevkli gecti. Ozellikle Selimiye Camii'nin Gotik mimarisi bana Paris'teki Notre Dame'i hatirlatti. Suricindeki pek cogu 1900 baslarindan kalma evler ise cok guzeller.

Sehrin ana meydani

Sehrin merkezindeki Saray Otelden teras icin bilet alip (5 TL, bir icecek ucretsiz, portakal suyu almayin! cok kotu) sehri yukaridan seyretmek guzel bir secenek. Yukaridan Rum tarafi neresiydi diye merak ederseniz yeni binalarin bulundugu taraf oldugu aklinizda bulunsun (!).

Suricini rastgele dolasin, bircok cevher bulacaginiza eminim.


St. Hilarion

St. Hilarion, adada bulunan ve daga yapilan (hani limana degil de) bircok kaleden biri (digerleri Bufavento ve Kantara Kaleleri). Dag basinda oldugu icin sanirim cok iyi korunmus bir kale ve cok guzel Girne manzarasi ve dogasi var.


Eger St. Hilarion veya Bufavento'ya cikacaksaniz yaniniza fazladan t-shirt (terleyince degistirmek icin) ve ayak bileginizi kavrayan bir ayakkabi alin derim (bileginiz burkulmasin diye).


Girne

St. Hilarion'da yorulduktan sonra yukaridan manzarasini seyrettiginiz Girne'ye dogru yola koyulabilirsiniz. Girne tam bir turist sehri; limani, kafeleri ve casinolariyla.


Limandaki cok iyi korunmus kalenin icinde muze de var ve oldukca eski bir gemi batigi sergilenen eserler arasinda.


Girne'de Ingiliz doneminden kalma bir posta kutusu (Arkadaki Grand Cafe ve Restorant'i yemek veya cay/kahve icin oneririm.
Magosa ve Girne'de subeleri bulunan Ezic de cok guzel yemekler yiyebileceginiz bir yer. Lefkosa'da benim Ankara'da cok sevdigim Sushico'nun bir subesi var, ancak oradan hic yemedim).


Ingiliz doneminin bir diger mirasi da okaliptus agaclari. Soylendigine gore Ingilizler Kibris'ta cokca bulunan batakliklari kurutmak ve sitma gibi hastaliklari onlemek icin bir baska somurgeleri Avustralya'dan bol miktarda okaliptus agaci getirip dikmisler. Yerlilerin efkalito dedigi bu agaclar cok miktarda su cektikleri icin batakliklarin kurumasinda onemli rol oynamislar. Efkalito ayni zamanda solunum yollari hastaliklari icin faydali bir bitki, annem kucukken bunlarin yapraklarini kaynatir ve buharini solumamizi saglardi.

Bella Pais

Ismi Fransizca "Abbey de la Paix"den gelen Huzur Manastiri cok guzel mimariye sahip bir yapi.


St. Hilarion gibi burasi da yuksekte ve guzel bir manzarasi var. Eger sansliysaniz Bella Pais'te duzenlenen konserlerden birini izleyebilirsiniz, zira yazin burada senlikler yapiliyor.


Manastirin bulundugu mahalle de bence cok sirindi, cok guzel mimariye sahip evler vardi. Ve her zaman hosuma giden dar sokaklar da. Dar sokaklara araclar giremiyor ve insanlar birbirlerine daha yakin olabiliyorlar bence. Ozgurce yuruyebiliyorsun, arabalara dikkat etmen gerekmeden. Asagidaki fotograf bir cicekcide cekilmedi, bir evin bahcesindeydi tum bu cicekler.


Meyveleri bilerek renkli birakmis, etrafini siyah-beyaz yapmisim gibi. Ama ben islem yapmadim, fotograf dogal olarak boyle cikti.


vs.

Bunlardan baska Magosa'yi da gezmenizi tavsiye ederim. Surici Lefkosa'dakine benziyor ve eski sehirdeki baska bir gotik katedral, Lala Mustafa Pasa Camii yine cok guzel.


Eger Kibris'a gelirseniz bir sekilde arac edinmeniz gerekiyor (kiralik veya yakininizdan) cunku toplu tasima teknolojisi (!) adaya ugramis degil.


Mesarya Ovasini Lefkosa-Magosa otoyolunda giderseniz (itimat'ta hep uyudum bu yolda ben) kesin goreceksiniz. Mesarya Rumca "iki dag arasi" demek ve ada icin buyukce bir duzluk. Ben gittigimde saman balyalari vardi her tarafta.


Magosa Maras bolgesi yakinlarindaki Palm Beach'te balik tuttuk (pek tutamadik aslinda ama :)). Giderseniz buralari da gezin ve kapali bolgede 1974 harekatindan beri ayni yerde duran vinci gorun bence.

Benden bu kadar. Kibris kucuk bir ada ama gezilecek cok yer var. Keyifli geziler!

Erdek-Ocaklar Fotograflari

San Francisco donusu is arkadaslariyla birlikte Balikesir-Erdek'teki Ocaklar beldesine gitmis, dag ve denizin keyfini cikarmistik. Bu fotograflari bir suredir yayinlama dusuncesindeydim, Nexus One'da Kibris seyahatinin fotograflari da birikince en azindan bunlari paylasmak istedim :)

Ocaklar kucuk ve sakin bir sahil kasabasi. Emeklilikte tadini cikarabileceginiz bir yer gibi geliyor bana, yoksa gencken daha dinamik bir yerlerde yasamak daha mantikli. Tabii ara sira sehir karmasasindan kacmak icin de dusunulebilir.

Taytanik, Erdek'te!

Ocaklar'da harika koylar ve adalar var.

Rehberimiz ile Kapidag'inin her tarafini gezdik. Selaleye de rastladik, derelere de, dagdan cikan kaynak sularina da. Doga gercekten cok guzel.


Bizim ekip :)


Gun batimi tabi deniz olunca ayri bir guzel oluyor.

Romanlar.

Fasil.

San Francisco Notlari 3 - Kultur Sanat

Bir sehri yasanabilir kilan en onemli ozelliklerdendir kultur sanat faaliyetleri. Gezdigim tum bati ulkelerinde yesil alanlara, insanlarin stres atabilecegi kultur sanat merkezlerine onem verildigini gordum. San Francisco da bunlardan farkli degil. Sehirde onlarca muze, park ve yesil alan var. Tarihi binalar mekanlar da cabasi. Bu tarih konusu ozellikle ilginc aslinda. Cunku ABD tarihi baska ulkelerle kiyaslandiginda (ornegin kendi memleketimizle) oldukca yeni sayilir ama tarihi oneme sahip mekanlar iyi korunuyorlar ve insanlarin dikkatini cekiyorlar. Goze guzel gelen (eye candy) mekanlar dogal olarak insani da gunluk endiselerinden uzaklastiriyorlar.

San Francisco'da iki tane akvaryum var, bir tanesi Pier 39'daki Aquarium of the Bay. Akvaryumdaki cam koridorda yururken cevrenizde yuzen canlilari gorebilirsiniz.

Buradaki en ilginc canlilar harika isiklandirmanin da etkisi ile deniz analariydi. Isigi gecirdikleri icin dikkatli baktiginizda karinlarindaki yiyecekleri ve organlarini gorebilirsiniz.




Akvaryumda fotograf cekimi gercekten cok zor. Bunun nedeni isigin az olmasi ve camdaki yansimalar nedeniyle fotograf makinelerinin odaklanmakta zorlanmalari. Dolayisiyla gercegi fotograftakilerden cok daha guzel :)



SF'da devasa/harika Golden Gate Parkindaki Botanik Bahcesinde tropik bitkileri bulabilirsiniz. Icerisi cok nemli ve sicak ama, fotograf makinesi ve gozlugum hemen bugulandi ve disari cikana kadar da duzelmedi. Nilufer ciceklerine degerdi ama.

Kalifornia Bilimler Akademisi ise ayri bir dunya. Yine Golden Gate Park icerisinde, de Young Muzesi karsisinda. Kelebekleri cekmenin zorlugu ise hic yerlerinde durmamalari. Cok hareketli olduklarindan hizli davranmalisiniz.

Kalifornia Bilimler Akademisindeki en harika deneyimlerden biri planeteryum sovu oldu. Cok guzel hazirlanmis bir animasyon ile uzayda 3 boyutlu seyahata ciktik. Tabi burda fotograf cekemedim ama gercekten cok guzel bir deneyimdi.




SF'deki ikinci akvaryum da Bilimler Akademisinde bulunmakta. Bu da orta buyuklukte. Deniz yasamina gercekten merakli iseniz SF'ye yakin Monterey'deki dev akvaryuma gitmeniz gerekiyor. Benim zamanim kisitli oldugu icin SF disina cikmadim.


Siz hic albino timsah gordunuz mu?

Burasi belediye binasi (city hall) icinde. Ilkokul cocuklarini getirip gezdiriyorlar, o kadar ozenli insa edilmis ki.



Ve cok unlu Golden Gate Koprusu. Rengiyle akillarda kaliyor.

San Francisco'yu cok ozledim.