Bisiklet Kültürü

Dün fotoğrafsız, sade bir yazı ile Hollanda'ya taşınma hikayemi anlatmıştım. Bugün fotoğraflarla birlikte buranın en sevdiğim özelliğinden bahsedeceğim: Bisiklet kültürü :)

"Herkes bisiklete biniyor" dediğimde gerçekten kafanızda doğru bir imaj oluşuyor mu merak ediyorum. Sabah işe giderken bisiklet trafiği oluşuyor ve sanki bisiklet otobanından geçiyorum. İstanbul'da da mümkün olduğunca bisiklete binen birisi olarak her yolculuk bana oyun gibi geliyor. Ve bazen güneş, yağmur veya sis öyle güzel görüntüler oluşturuyorlar ki, sadece tadını çıkarıyorum!

Burada bisikletlilerin hakları çok fazla. Bisikletliler otomobillere göre korumasız olduklarından dolayı motorlu araçla kaza olduğunda hemen her zaman araç suçlu bulunuyor. İnsanların büyük çoğunluğu kask, koruyucu vs. kullanmıyor. Her yerde bisikletliler için özel yollar var. Eindhoven'daki bisiklet dönemecini muhtemelen sosyal medyada görmüşsünüzdür.

İstasyonların yanında bisiklet park yerleri var. Merkez istasyonundan çıkınca karşınıza çıkan çok katlı bisiklet parkı hafızamda uzun süre yer eden bir görüntü olmuştu. Burada "gelişmiş ülke problemi"ne çok güzel bir örnek çıkıyor: Bisikletimi nereye koymuştum?

Doğa ve yaşam uyumu harika. 6 ay sonra halen bu kadar çok yeşil alan olmasına şaşırıyorum. Büyük bir parkın içinde yaşıyormuşum gibi geliyor. Betona tapan AK kafalıları buradan uzak tutmak gerekiyor :)

Bazen öyle manzaralar çıkıyor ki bisiklet yorgunluğu kalmıyor.

Road to Marken

Tek bir sorunum var. Google Maps eğer 1 saat uzaklıkta diyorsa ben 2 saatte varıyorum :) Sürekli durup manzaraya bakmaktan! Hele havalar güzel olduğunda, buranın dünyanın en güzel yeri olduğuna yemin edebilirim :)

Can't reach anywhere

Bazıları arabalarının tavanlarını açarlar. Biraz zenginler üstü açılır araba sürerler. Ama en zengini bisikletle, açık havanın içerisinde dolaşan kişiler bence!

Her şey düzenli ve planlı olur da bisiklet yolları olmaz mı? Çeşitli haritaların yanında bisiklet yollarını aynı zamanda numaralandırıyorlar. Böylece gitmek istediğiniz yere kadar olan numaraları ezberleyip hiç haritaya bakmadan istediğiniz yere varabilirsiniz.

Yine uzun bir yazı oldu. Bir sonraki yazıda buradaki yaşamımdan kesitler sunmaya devam edeceğim. Umarım fotoğraflar ve notlarım hoşunuza gitmiştir :)

Taşınma Hikayem

Hollanda'ya taşınalı neredeyse 6 ay oluyor ama oturup da deneyimlerimi yazmaya bir türlü elim varmadı. Geç kalınmış bir telafi olsun istedim bu yazının, kim bilir, belki daha devamı da gelir.

Maceralar Şehri Amerika?

İsterseniz en baştan başlayayım. Şubat gibi Redbeacon için İstanbul'dan çalışmaya devam edip H1B belgelerimi iletirken LinkedIn'den bir mesaj aldım. Başta Booking ve Amsterdam hiç aklımda yoktu ve sırf biraz deneyim olsun diye ve biraz da şirketi öğrenmek için cevap verdim. İki telefon görüşmesi sonrasında yüzyüze görüşmek için beni Amsterdam'a çağırdılar. Gelince bundan 7 sene önce Amsterdam'a aşık olduğumu hatırladım. Şirket şehrin göbeginde ve çalışma ortamı çok güzel olunca (herkese retina macbook, yüksekliği ayarlanabilir masalar...) fazla düşünmeme gerek kalmadı ve zorlu mülakatları geçip teklif alınca fazla oyalanmadan kabul ettim.

Mülakatlar

Görüşmelerde hem iletişim becerileri hem de programlama yeteneği ölçülüyor. Kağıt kalemle soruları çözmeniz isteniyor. Bilmediğiniz, takıldığınız noktalarda ipucu isteyebilirsiniz, sesli düşünürek boş durmadığınızı karşınızdakine iletin. Yanlış varsayımlarla çözüm üretmek yerine açık olmayan noktaları sorun bence. En azından bir varsayımda bulunuyorsanız bunu belirtin ve açıklayın. Bir editör veya herhangi bir programlama ortamı olmadığından daha öncesinde boş kağıt veya google docs gibi basit bir arayüz ile pratik yapmanızı öneriyorum.

Amsterdam'a biraz da gezme amacıyla geldiğim için (biletleri Booking almıştı ama 9 gün kalacaktım), mülakatlarda oldukça olumlu ve neşeli oldum. Sanırım bu yüzden karşımdakiler de çok arkadaşçaydılar. Görüşme yapacak insanlar geç kaldığında bile bu beni rahatsız etmedi. Farklı bir şehri ve şirketi gözlem yaptığımı düşündüm.

Günün sonunda İK ile görüşürken bundan 7 sene önce interrail ile Avrupa'yı gezerken Amsterdam'a geldiğimi, ayrılırken tren istasyonundan bir daha gelişimde kullanmak üzere aldığım haritayı halen sakladığımı anlattım. Adına kader veya rastlantı deyin, her ne ise, oraya dönüşümden mutluydum.

İşe Başlama

Booking teklifinde her şeyi düşünmüştü. 5 yıllık çalışma iznimi 1 ayda çıkardılar, eşyalarımı İstanbul'dan taşıdılar, uçak biletlerimi aldılar, taşınma için bir miktar para (+Holosko) verdiler. Her şeyi düşündükleri için teklifi geri çevirmek kibir gibi geliyordu. H1B vizesinin çıkması Ekim ayını bulacağı için Amerika çok daha uzakta görünüyordu sanki. 2 ay gibi kısa bir sürede arkadaşlarla, ailemle ve sevgilimle vedalaşıp bambaşka bir ülkeye taşındım. Olaylar şaka gibi geliyordu ama arkadaşlarla sohbet ederken kendimden eminmiş gibi görünmeye çalışıyordum. Amsterdam'da havaalanından çıkıp taksi beni otele götürürken sevdiklerimi arayıp heyecanlı heyecanlı sohbet ettim. Biraz endişeliydim ama yeni bir sayfa açıyor olmak beni havalara uçuruyordu.

Çalışma Ortamı

İlk haftalar neyin ne olduğunu anlamaya çalışmakla ve Hollanda'nın doğasına aşık olmakla geçti. İşteki en güzel yanın her ülkeden insanlarla tanışmak olduğunu anladım (zaten en çok özleyeceğim şey de insanlar olacak mutlaka). İlk hafta yeni işe başlayan 13 kişi, CTO ile tanışma toplantısı yaptık ve tesadüf müydü bilmiyorum ama herkes farklı ülkelerdendi.

Hollanda'da iş-yaşam dengesi çok iyi kurulmuş. İş arkadaşınıza "mesaiye kalacağım" deseniz büyük olasılıkla tepkisi "neden ki" olur. Haftasonu çalışmak duyulmamış bir şey. Herkesin senede 26 iş günü tatili var (Türkiye'deki gibi cumartesi izin gününden sayılmıyor). Yani resmi tatiller dışında neredeyse 5 hafta izniniz oluyor. Yaşam standartları da yüksek olunca (başka bir yazının konusu), haliyle herkes yurt dışına gidiyor.

İş arkadaşlarıyla konuşup kültürlerini, hayatlarını, değerlerini öğrenmeye çalışıyorum. Bu arada bazı eksikliklerimi de gidermekle uğraşıyorum tabii. İsimleri hatırlamak konusunda çok kötüyüm mesela, bu yüzden ilk duyduğumda içimden tekrar ediyorum ve daha sonra ne zaman görsem ismiyle seslenip selam veriyorum :) İş arkadaşlarının bir çoğuyla iş dışında bisiklet gezileri, sinema gibi bir çok etkinlikte görüşüyoruz.

Arkası Yarın

Daha fazla uzamadan yazımı bitireyim. Bir sonraki yazımda Hollanda'da yaşamdan bahsedeceğim.

AKP, Kemalistlerin En Büyük Başarısı

Kızıyoruz, hepimiz sinirleniyoruz. Niye bu kadar cahiliz? Niye bu kadar kolay kanıyoruz? Tayyip "başörtülü bacımın üzerine işediler" deyince inanan, 14 yaşında katledilen çocuğun ailesine iftira atınca yuhalayan insanlara kızıyoruz. Niye eleştiremiyoruz, neden "ya yalansa?" diyemiyoruz?

Biraz arkamıza yaslanıp düşününce her şey doğal gelmiyor mu? Yüz yıllarca "kul"duk, "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi" her şeyimize karar veriyordu. Sonra Cumhuriyet geldi ve hepimizi "makul vatandaş tornası"ndan geçirmeye başladı. Kemalist ordu ve bürokratlar yeni bir "ulus" yaratmak için herkesi tek tipleştirdiler. Eleştiri yerine ezber önem kazandı. Şimdi adayın İstiklal Marşını ezbere bilip bilmediğine göre oy verenlerin olması doğal değil mi? Kaçımız çok değil 50 yıl önce İstanbul'da 100 bin Rum'un yaşadığını biliyor? Hemen hemen hepsini kovunca ülkemiz çok daha güzel oldu değil mi?

Acaba kaçımız "Almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık" fikrine halen inanıyor? Yalan ama aynı zamanda ne kadar "ezik" bir cümle değil mi? Böyle bir "Milli Eğitim"den başka nasıl bir toplum bekliyorduk ki? (Bir arkadaşım Talim ve Terbiye Kurulu için şöyle diyor: Batıda artık köpek eğitimi için bile talim veya terbiye kelimelerini kullanmıyorlar).

Kemalistler başarılı oldular. Belki istemeyerek, ama en büyük başarıları da AKP oldu. Büyük çoğunluğu Faşist bir milletimiz var. 14 yaşında öldürülen çocuk için "o da polise taş atıyordu" diyoruz. Şehirdeki son yeşil alanı koruyanlar için "onlar solcu", öldürülen öğrenciler için "onlar Alevi". Bizim gibi olmayanın bir önemi yok. Rüşvet operasyonları tabii ki darbe, her eleştiren de dış mihrak, faiz lobisi veya başımızdaki bu sefer her ne derse o.

On yıllardır tek tip bir millet yaratmak istemişlerdi. Artık kendilerini başarılı sayabilirler.

Seçim Gözlemleri

Dün yapılan 2014 yerel seçimlerinde Oy ve Ötesi gönüllüsü olarak sandık müşahitliği yaptım. Aynı zamanda okulda bulunan 18 sandık için 18 ayrı gönüllü bulduk ve koordine ettik. Seçim sonuçları her ne kadar bir çok arkadaşım için biraz hayal kırıklığı olsa da ben kısa sürede iyimserliğe geri döndüm.

Milletimize tüm haklar istenmeden, önceden verildi. O yüzden değerini bilemedik. Şimdi ihtiyacımız oldukça anlıyoruz ve haklarımızı kullanmaya zorluyoruz. Siyasilerin aslında birer memur olduklarını ve hesap verebilir olmaları gerektiğini anlıyoruz. Yargının neden bağımsız olması gerektiğini anlıyoruz. Siyasilerin hesap vermelerini bekliyoruz. Bütün bunlar orta vadede daha yaşanabilir bir ülke olmamızı sağlayacaktır.

Bizim gözetmen olduğumuz okul Eyüp'te AKP kalesi olarak bilinen okullardan biriydi. İki tane sandıkta arkadaşlarımız sandık kuruluna girerek görev aldılar, diğerlerinde müşahit olarak tüm gün (ve gece!) gözetmenlik yaptık. Sandık sonuç tutanaklarını herhangi bir itiraz durumunda gerekli diye aldık. Bu yazı ile gözlemlerimi aktaracağım.

Örgütlü olmak çok önemli

"Örgüt", bizde kötü bir etiketle gelen bir kelime. Üç kişi toplanıp hakkını aradığında "terör örgütü" oluyor hemen. Darbeler ve tek tipleştirici devlet "örgüt"e olumsuz bir anlam yükledi. Bu kelimeyi devlet ve ordudan geri almamız gerekiyor. Arkamızda avukatların, yan sandıkta bize yardımcı olacak, gerektiğinde danışabileceğimiz arkadaşlarımızın olması çok şeyi değiştiriyor.

AKP çok iyi örgütlü bir parti. Her sandıkta müşahitleri var. Benim bulunduğum sandıkta benden başka tek müşahit AKP'nindi. Bunun dışında seçim konusunda çok hazırlıklıydılar, ellerinde kitapçıklarıyla, hazır itiraz/şikayet şablonları ile, parti avukatları ile sandık kurulu üzerinde baskı oluşturdular. Biz bunu dengelemeye çalıştık.

Seçimlerde manipülasyonlara dikkat etmek gerekiyor

Benim gözlemlediğim YSK tarafından görevlendirilen sandık başkanları ve üyeleri iyi niyetli ama bilgisizdiler. Bir tanesi bana kendilerine hiç eğitim verilmediğini anlattı. Sabah 6'dan gece yarısına kadar (partilerin getirdiği sandviçleri yiyerek) çalıştıkları için çok yoruluyorlar ve manipülasyona açık hale gelebiliyorlar. Partiler tarafından atanan sandık kurulu üyelerinin ve müşahitlerin kuralları çok iyi bilmeleri gerekiyor. Temelsiz itirazları net olarak red etmeleri gerekiyor. Örnek olarak şunu vereyim, YSK Genelgesi Madde 43-B, belediye zarfında muhtar pusulası çıkarsa tüm zarf geçersiz sayılır diyor. AKP ilçe görevlisinin talimatıyla tüm AKP'li müşahitler buna şikayet dilekçesi verdiler, bazı sandık kurullarında ise doğrudan sayılmasını sağladılar. Buradan bir sonraki konuya geçiyoruz:

Haklarımızı bilmeliyiz

Bir kere şu net, sade vatandaş olarak bile oy kullanacağımız okula gidip gözlem yapabiliriz (Madde 16). Eğer elinizde bir parti tarafından düzenlenmiş müşahitlik kartı var ise kartta yazan sandık isterse ülkenin diğer ucunda olsun kimse size "sandık etrafında duramazsın" diyemez. Oy ve Ötesi'nden iki arkadaşımızı odadan çıkarmaya çalıştılar. Avukatı bile aramadık, sandık başkanına YSK Genelgesi Madde 16'yı okuttuk ve gözetmenliğimize devam ettik. Haklarımızı bilip kendimizden emin bir şekilde savunduğumuzda pek çok sorun çözülüyor.

Seçimlerde "gizli oy, açık sayım" ilkesi geçerli. 15 senelik dostum oy verdiği Çeliktepe Verimer İlkokuluna girememiş, polis engellemiş. Hiçbir güç sizin oy sayımını izlemenize engel olamaz (Madde 37). Kalabalık çoksa sandık başkanı ip gerer, sıraları kullanır ve kendine alan açar. Ama kalabalık olması durumunda dahi kimse dışarı çıkartılamaz ve sayımı izlemesi engellenemez (sayımı izleyemezseniz nasıl emin olacaksınız ki doğru sayıldığından?). Aksi halde herhangi bir partinin avukatı ile veya baro ile iletişime geçip tutanak tutturmak gerekiyor. YSK sorumlusuna şikayet tutanağı hazırladığınızda eminim o yetkili kanunsuz bir iş için sorumluluk almak istemeyecek ve sizi içeri alacaktır.

Bu daha başlangıç

Kendinizi herhangi bir partiye az da olsa yakın hissediyorsanız o partiye üye olunuz. Partilerin finansal ve insan kaynakları çok büyük. Sevmediğiniz yönlerini ise değiştirmeye çalışın. Lobi yapın. Eğer hiçbir partiye yakın hissetmiyorsanız Oy ve Ötesi gibi sivil toplum kuruluşlarına üye olun, şikayet etmek yerine bir el de siz verin.

Önümüzde iki seçim daha var. "Onlar da zaten son seçimler olur" diyerek sizi korkutmayacağım. Ama bu daha başlangıç mücadeleye devam.

Neden Olimpiyatlari Istemiyorum

Milletçe gösterişe o kadar önem veriyoruz ki... Olimpiyatlara da bu gözle bakıyorum ben. Sorsan spor şöyle önemli, spor böyle önemli diye ahkam kesilir memleketimin insanı, ama yaptığı tek spor futbol takımlarının transfer dedikodularını yapmaktır. Yollarımız bisikletliler için çok tehlikeli, halka açık spor tesisleri çok yetersiz ama insanımız olimpiyatları almaya çok istekli. Bu nasıl köylülüktür ve gösteriş merakıdır anlamıyorum.

Madem spor bu kadar önemli, şehirleri daha yaşanabilir kılın. Bisiklet yolları yapın her tarafa ve insanları dikkatli olmaları için eğitin. Eğer illa gurur duyulacak, ülkeyi gururlandıracak bir şeyler yapmak istiyorsanız insanları spor yapmaya teşvik edecek uygulamalar yapın, şikeye veya dopinge değil.

Bir de işin kolayına kaçmayı o kadar çok seviyoruz ki... Her alanda bu böyle ama. Bir işe giriyorsun, şirket binlerce dolar vererek bir yazılım satın almış ama onu kullanacak insanları eğitmiyor. Kaynakları doğru harcamayı hiçbir zaman başaramıyoruz. Her sene 50 bin dolar verip oracle lisansı yenileyen ama ücretsiz sqlite'ın özelliklerinden daha fazlasını kullanmayan devlet dairelerinden tutun insana yatırım yapmayan özel şirketlere durum böyle.

İnsana yatırım yapmak her zaman gerekli ve çoğu zaman da zorunlu olan bir şey. Nasıl ki Avrupa'nın en büyük adalet sarayını yapınca otomatik olarak adaletli bir ülke olmuyorsak (Gezi olayları tam tersinin olduğunu gösterdi ama), daha büyük stadlar yapılınca da otomatik olarak daha iyi bir ülke olmayacağız. Hani hep söylenen "eğitim şart" sözü var ya, o işte.

Milyarlarca doları doğayı katledip binalara ve yollara gömmeye varana kadar bunun onda biri ile çok daha büyük fayda sağlanabilir. Hem de hemen. Ama bunun için akıl gerekiyor, uzun vadeli düşünmek gerekiyor ve tabii ki popülizmden kaçınmak.

Telekinezi uzmanı bir soytarının başdanışman olduğu bir ülkede bunu beklemek akılsızlık tabii ki. Yetişmiş bir insan gücü mü yok diye düşünüyorum ama öyle de değil. O kadar çok değerli bilim adamımız, entellektüelimiz var ki... Ama değer verilmiyor bunlara, jöleli ve damacanaya değer verildiği kadar.