İşim olduğu için sabah ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği Öğrenci İşlerine gittim. Sabah 10'da kapılar kilitliydi ama içeriden sesler geliyordu (çalışma saatleri 10-12 ve 14-16 arası, günde 4 saat). Artık Türkiye'de böyle durumlara alışık olduğumdan yanımda kitapla geziyorum, çantamdan kitap çıkarıp okumaya başladım. 11 gibi ofisten bir görevli çıktı, ben de kapının açık olmasından faydalanarak içeri girdim. Daha derdimi anlatmadan kapı gösterildi, iş yavaşlatma eylemi varmış (daha çok iş durdurma eylemi gibi geldi ama) ve 12'den sonra gelmem gerekiyormuş. 12 ofisin normalde kapalı olduğu saat olduğu için 2'ye kadar beklemem gerekiyor şimdi.

Şu aralar "The Power of Productivity" isimli bir kitap okuyorum. Gerçekten çok güzel bir kitap, çeşitli gelişim modelleri ülkeler üstünde inceleniyor ve verimlilik açısından değerlendiriyor. Kore, ABD, Japonya, Rusya, Brezilya gibi ülke ekonomileri inceleniyor ve verimliliğin önemi oldukça vurgulanıyor. Kendi hesabıma göre benim bugünkü verimlilik kaybım 2 saat kadar. Her işimiz buna benzer olduğu için merak ediyorum acaba gelişmiş bir ülkenin verimliliğinin yüzde kaçındayız. %10 iyimser bir rakam mı acaba?

Bazen bu ülke için yontulmamış olduğumu düşünüyorum. Mesela kuralları seven birisiyim ve kurallara mantıklı bir sebep yokken uymayanlara gıcık olurum. En basitinden yurt kantininde sigara içmek yasak ama bunu takan yok ve ben bunu ihlal edenleri hiç sevmiyorum. Ben niye sağlıksız bir ortamda yaşamımı sürdürmek zorunda olayım ki?

Şu aralar demokrasinin Türkiye için fazla lüks olmaya başladığını düşünüyorum. Diktatörlük gerek bize. Kore'nin 70 ve 80'lerde olduğu gibi. İşçi haklarını, sendikaları ezecek verimliliği deli gibi artıracak birşeyler lazım. Ama bunun için de iyi yöneticiler gerekiyor ve diktatörlükte bunların bulunması oldukça zor. Kore nasıl yapmış bilmiyorum. POSCO bu açıdan incelenmesi gereken bir örnek, kurucuları generaller olan dünyanın en verimli çelik şirketi.

Aslında demokrasi her zaman en iyi kararların alınmasını sağlamasa da (veya Türkiye örneğindeki gibi çoğunlukla kötü kararların alınmasına sebep olsa da) en kötü kararlara karşı engel oluyor. Ki diktatörlükte böyle bir koruma mekanizması yok. Diğer taraftan oy veren veya temsil edilen kişilerin de ne kadar bilinçli oldukları ve ne kadar iyi kararlar verebildikleri de tartışma konusu. Kalabalıkların bilgeliği ne kadar geçerli ondan da emin değilim. Her şeye rağmen demokrasinin bir alternatifi yok bana göre. Bu durumda Türkiye'de tek yapılması gereken beklemek. Fransız devrimini, sanayi devrimini kaçırdığımızı düşünürsek, herhalde en az bir 50-100 sene gerekiyor bizim gerçekten gelişmiş bir ülke olmak için.

Veya gitmek mi? Japonya'ya, ya da herhangi bir İskandinav ülkesine. Dinamiklerin ne kadar güçlü olduğunu görünce Türkiye'de insanın umudu da kalmıyor işte.

Hayatın kısalığını düşününce boşvermek daha mantıklı kalıyor. Boşverip bırakmak her şeyi, zaten işlerin çözülmüş olduğu biryerlerde hayatını devam ettirmek.

Gitmek.