Hem bir önceki yazıma eklenen yoruma cevap olması açısından hem de bu konunun hakkını vermek için özel olarak Danimarka ve genel olarak yurtdışı hakkında yorumlarımı yazacağım.

Öncelikle, bu sitede uzun bir süredir yurtdışı deneyimlerimi yazıyorum. Sanırım beğendiğim yönlerini birçok kez dile getirdim. Özetlemek gerekirse, yabancıların insanlara saygıları (özellikle devlet memurlarının), tertemiz sokaklar, gece geç saatlerde bile rahat dolaşabilmen (suç oranının düşüklüğü), saat gibi işleyen toplu taşıma, harika parklar ve bisiklet yolları gibi özellikleri beni gerçekten mutlu ediyor. Bunun yanında yolda yürürken mutlu insanlar görüyorsun ve aslında bu da seni olumlu etkiliyor.

Diğer taraftan buranın da kendine göre kötü tarafları var. Mesela hayat pahalılığı. Kiralar ve gıda fiyatları çok pahalı. Bugün gittiğim BarCamp Copenhagen etkinliğinde konuşan bir yazılımcı ofisini Prag'a taşıdığını anlatan bir sunum yaptı. İşlerini Danimarka'dan alıyor ama ofisi (ofisi dediğim de aslında yaşadığı ev) Prag'da. Vergi oranları da oldukça yüksek. Tabii bu yabancıları daha çok etkileyen bir olay çünkü buranın vatandaşı değilsen veya belirli bir süredir burada yaşamamışsan birçok olanaktan faydalanamıyorsun (mesela çocuğun devlet bursu alamıyor). Yani yabancı isen yüksek vergi vermene rağmen bunun karşılığını bir Dan kadar alamıyorsun. Vergi oranı da %38'den başlıyor bu arada. Üçüncü kötü etken dil sorunu. Bu etken örneğin Fransa'da Fransızca bilmemek kadar kötü değil çünkü burada herkes İngilizce biliyor. Yine de örneğin marketlere gittiğinde aldığın yiyeceklerin ne olduğunu, nasıl pişirmen gerektiğini anlamak pek kolay olmuyor. Veya resmi işlerini nasıl halletmen gerektiğini anlamak zor oluyor. Geçenlerde vergi dairesine gittim, numara alıp sıramı bekledim. Sıram geldiğimde kadın bulunduğum binanın araç vergilerine baktığını ve başka bir binaya gitmem gerektiğini söyledi. Dolayısıyla bu gibi konularda dil sorunu ortaya çıkıyor.

Bu üç dezavantajdan sonra asıl soruna gelmek istiyorum. Asıl sorun şu ki, ben Danlarla pek birşey paylaşmıyorum. Yani onların yaşadığı yerlerde doğup büyümedim ve benim kültürüm onlarınkinden çok farklı. Dolayısıyla kendimi buralı hissetmiyorum ve Türkiye'dekinden farklı oluyor. Mesela Türkiye'de bir Ubuntu kurulum semineri verdiğimde yararlı bir iş yapmış olmanın doyumunu hissediyordum. Veya ODTÜ Bilgi İşlemde çalışırken insanlara yararlı olduğum zaman aldığım his buradakinden farklı. Türkiye pek çok açıdan "eksik" bir ülke ama eğitimli kesim de vazgeçerse bu kesimin şikayet etmek için bir nedeni kalmaz bence. Yani en azından denenmesi gerekiyor bazı şeylerin. Sanırım İnönü'nün sözüydü "bir ülkede şerefliler de en az şerefsizler kadar cesur olmadıkça o ülke için kurtuluş yoktur". Öyle işte.

Ülkenin fakir olması değil de yozlaşma beni daha çok yaralıyor aslında. Saçma sapan TV programlarından anlaşılıyor pek çok şey veya gazete haberlerinden. İnsanlar kitap okumuyorlar ve çok kolay kandırılıyorlar, ve sanırım eğitim sistemi de eğitemiyor insanları. Yolsuzluk, rüşvet vs. artık insanlar tarafından kanıksanmış durumda. Bu beni çok rahatsız ediyor. Devlet dairesinde hakkım olan bir işi yaptıramadığımda arkadaşımın "torpilin yok muydu" demesi beni fena sinir ediyor. İşte o durumda "her şeyi bırakıp gidebilirim" diye düşünüyor insan. Sistemin çarkları insanı sıkıştırıp eziyor yani.

Diğer taraftan ezilen, geçim sıkıntısı ile boğuşan gariban insanları düşününce sırf onlar için bile savaşmalıyım diyorum. Dönüp ülke için yararlı olma duygusu buradan geliyor daha çok. Yoksa 7 düveli bir zamanlar yenmiş olmamız veya Viyana kapılarına dayanmış olmamız kesinlikle değil.

Uzun bir yazı oldu ama umarım cevap verebilmişimdir. İçimdekileri de neredeyse tamamen döktüm herhalde :)

Herkese keyifli hafta sonları, Çetin Altan deyimiyle, "enseyi karartmayın!"